14 Şubat 2012 Salı

Steve Vai

STEVE VAİ


Steve Vai daha 10 yaşındayken Hot Chocalate isimli acemi bir grupla müzik dünyasına adımı atıyor. Ardından ünlü Berklee Müzik Okulu’na geçene kadar Circus, Rayge, Bold As Love gibi gruplar kuruyor. Berklee Okulu’nda ise Axis ve Morning Thunder isimli gruplarla devam ediyor. Steve Vai’in asıl başarısı bundan sonra başlıyor. Ölümsüz müzisyen Frank Zappa’nın grubuna giriyor. Zappa’nın 1981 tarihli “Tinseltown Rebellion” konser albümünde gitar çalıyor. Zappa’yla çalışmaları devam ediyor: 1981’de “You Are What You Is” , 1982’de “Ship Arriving Too Late To Save A Drowning Witch”, 1983’de “The Man From Utopia”, 1984’de “Thing-fish” ve 1986’da “Shut Up 'n Play Yer Guitar” geliyor. Tüm bu sıkışıklığın arasında Lisa Popeil’in 83 tarihli "Lisa Popeil" albümünde 8 şarkıda konuk müzisyenlik yapıyor. Steve Vai ismi altında ilk çalışması 84 tarihli “Flex-Able” oluyor. İsmi gibi esnek bir albümdür Flex-Able. Rock’tan hard’n heavy’ye, jazz’dan virtüöz müziğine, pop’tan new age’e esneyen Vai müziğinin ilk habercisidir. Vai’in bilgisayar desteğiyle yarattığı komik vokaller de ilk bu albümde kullanılır. Bu kısa albüm daha sonra 3 defa daha farklı kapak tasarımlarıyla yayınlanıyor. Yine 84’de 10 inchlik bir EP olan Flex-Able Leftovers’ı 1000 adet olarak basıyor. 1998’de Flex-able Leftovers beş ekstra parça ilavesiyle beraber yeniden yayınlanıyor. Bu kısa albüm, adından anlaşıldığı kadar ilk çalışmasından arda kalanlar olabilir ama ilki kadar da iyidir. 1985’de Heresy’in, At The Door albümünde 2 şarkıya gitarını armağan ediyor. Yine 1985’de Yngwie Malmsteen’i şutlayan kült grup Alcatrazz’a giriyor. Ve Malmsteen’li albüm kadar iyi olmasa da kayda değer bir hard rock albümü ortaya çıkıyor: Disturbing the Peace. Bu albüm kısa zaman içinde Vai’in boxsetinde tekrar yayınlanacakmış. Johnny Lydon’ın isimsiz bir albümünde çalıyor. Shankar/Caroline’in - "The Epidemics"inde çalıyor. Anlayacağınız, Steve Vai hep çalıyor. Durmadan usanmadan. Kendi isminin dışındaki en önemli çalışmaları tabii ki Frank Zappa ile oluyor. Zappa’nın 4 Aralık 1993’teki ölümünden sonra da onun adına çıkan albümlerde de demirbaş müzisyen olarak ona olan saygısını devam ettiriyor. 

David Lee Roth’un Eat’em And Smile ve Skyscrapper albümlerinde gitaristlik görevini üstleniyor. Whitesnake’e girerek kendini bir anda tartışmaların arasında buluyor. “Slip of the tongue”dan sonraki eleştirilerde ve albümün turnesi sırasında ticari olmakla suçlanıyor. Gelmiş geçmiş en büyük gitaristlerden biri olan Al Di Meola’nın Infinite Desire albümünde Race With Devil on Turkish Highway şarkısında Al Di’yle duet yapıyor. İlginçtir ki iki sene sonra gerçekten de bir Türk Otobanında konser salonuna doğru ilerleyecektir. 

Steve Vai dinleyicileri için en önemli albümler ise onun kendi adı altında çıkardığı albümlerdir. Flex-able’lardan sonra 1990’da Passion And Warfare gelir. Vai’in en büyük başarısıdır bu albüm. Aynı zamanda benim ve tüm müzikseverlerin Vai ile tanışması bu albümle olur. Amerika ve İngiltere listelerindeki başarısının yanı sıra müzisyenlerden ve müzikseverlerden de tam puan alır. Müzisyenlerin dergilerindeki tüm anketlerde çoğu kategoride malı götürür. Dream Theater yazısında Lie’ın sonundaki melodi için bir gitardan çıkabilecek en güzel şey demiştim. Hafızam o aralar çok kötü olmalı. For the love of God şarkısı bir gitardan değil her hangi bir enstrumandan çıkabilecek en güzel melodileri bir araya toplar. Bu şarkıyı dinlemeden ölürseniz gözünüz açık gidersiniz, benden söylemesi. Bunun dışındaki tüm şarkılar da kusursuz birer virtüöz başyapıtıdır. Guitar World’un editörü Vai için: “Steve Vai’in gitar büyücülüğü o kadar derin ki eğer eski zamanlarda olsaydık bir cadı gibi yakılabilirdi” diyor. Gerçekten de doğru. Onun benzersiz bir tarzı var. Deneysellikte sınır tanımıyor. Teknolojinin sınırlarını zorlamaktan da çekinmiyor. Hızlı, güçlü, sert, duygusal, dinamik, uçuk gibi tanımlar onun için sık sık kullanılıyor. Passion and Warfare başyapıtının ortaya çıkması uzun bir süreç almış. 1982’den itibaren Zappa’da veya başka bir grupta gerçekleştiremeyeceği fikirler ortaya çıkmaya başlamış. Ardından Alcatrazz ve David Lee Roth ile çalışmaları esnasında bunlar zamanla büyümüş. “Beynimizin ilham aldığı o gizli yere giriyor ve gördüğüm şeyleri müzikal bir gerçeğe dönüştürüp dönüştüremeyeceğimi çok merak ediyordum” diyor Vai. Genelde virtüözlerin albümleri duygusuz, soğuk ve insani olmamakla suçlanır. Bu suçlama, gitar çalmayı bilmeyenlerin (bunlardan biri de ben olabilirim) bu müziğe uzak durmalarındaki en çok kullanılan mazerettir. Ancak Vai’in müziğini dikkatlice dinlerseniz onun için neden “insan ruhuna mikroskopla bakıyor” gibi tanımların kullanıldığını anlarsınız. Onun müziği liriksiz olsa bile insan beyninin ve insan ruhunun bir laboratuarı olarak adlandırılabilir. Bu yüzden şarkılarının hangi duygu hallerini ve düşünceleri yansıttığını sözler olmadan da az çok anlayabilirsiniz. Animal’daki şehvet, Sisters’taki şefkat, Greasy Kid’s Stuff’taki öfke, Answers’daki neşe, The Audience is Listening’deki gülünç ferahlık hali, Love Secrets’daki karmaşıklık ve For the Love of God’daki derin ruhsal arzu Vai’in vermek istediği duygulardır. Belki dinlerken siz Vai’in amaçladığından çok farklı ruhsal bir yere gidebilirsiniz ama yine de Vai’in her şarkısının altındaki derinliğin farkına varabilirsiniz. Gerçekten bu albümdeki her şarkı sizi odanızdan alıp başka bir dünyaya ışınlar. “Mümkün olan en çıplak, en dürüst ve en uç kişisel müzik deneyimini gerçekleştirmek istiyorum” cümlesinde yatar Vai’in amacı. Şarkılarını oluştururken, çok önem verdiği günlük yazılarından yola çıkar. Love Secrets şarkısına sebep olan hatırası Steve Vai’in müzik macerasını anlayabilmeniz için yeter: 16 yaşındaki Steve daha önce de sık sık yaşadığı rüya ve gerçek arasındaki o bilinçsiz ana girer. Bilinçsiz gerçekliktir bu ama aynı zamanda aklı başında bir rüya durumu. Önce suratı titremeye başlar ve gözlerinden gözyaşı akar. Elinde gitarı vardır. Ve birden 1000 parçadan oluşan bir orkestranın müziğini duyar. İlahi bir düzende mükemmel bir harmoniyle çalmaktadır. Vai bu durumdan uyandığında bunun “sadece bir rüya olmadığını” bilir. Dünya yeryüzünde olabilecek en büyük müziğin, “saflığın dokunaklı ve zayıf gölgesiyle müziğin büyüklüğünün kesiştiği yerde” oluşabileceğine inanır. Onun müzik macerasının en büyük motivasyonu belki de o rüyasında dinlediği, dünyanın en büyük müziğine ulaşma azmidir. 
 
1993’te Steve Vai’in vokal ağırlıklı albümü olan Sex and Religion çıkar. Passion and Warfare’in beklenmedik başarısından sonra, üstünde hissettiği başarıyı katlama baskısı sonucunda çıkardığı bir albümdür. Devin Townsend vokaldedir ve S&R bir virtüöz albümü değildir. Eleştirmenler ikiye ayrılır ve yine ticari olmakla suçlanır. Vai’in ‘genel akım’ türünde bir albüm yapması aslında eleştirilecek bir nokta değildir. O Whitesnake, David Lee Roth ve Alice Cooper gibi isimlerle çalışarak virtüöziteye inandığı kadar saf rock’a ve hard’n heavy’ye inandığını da göstermiştir. Ben bu albümü birkaç şarkı dışında pek sevmem ama bu albümü çok sevenler vardır. Özellikle albümün hiti In my dreams with you inanılmaz güzel bir parçadır. Çok net hatırlamıyorum ama bu albüm uluslararası bir dergide (Kerrang olabilir) ayın veya yılın albümü (aradaki büyük farkın farkındayım . ) seçilmişti. Vai’in kendisinin de bu albümle ve albümde çalışan kadroyla problemleri vardır. Kadrodaki her elemanın çok kaliteli olmasına karşın her şeyi onun omuzlarına yüklemelerinden dolayı istediği albümü yapamadığını söyler. Yine de bu albümü glam metal diye tanımlarsak tüm zamanların müzikalitesi en yüksek glam albümü diyebiliriz. 

1995’te Alien Love Secrets çıkar. Onun açıklanamaz müziği nedeniyle “gitar dünyasının yaratığı” benzetmesi de bu albümden sonra doğar. Yeniden bağımsızdır yeniden sınır tanımadan parmaklarını gitarının üzerinde gezdirmeye başlar. Bu albüm Vai’in en kısa zamanda ürettiği bir albümdür. Fire Garden üzerinde çalışırken Fire Garden’in çok fazla zaman alacağını anladığı için araya ALS’yi koymaya karar verir ve 6 hafta içinde albümün tüm bestelerini yazar. Bu albüm Satriani’ye en yakın olan albümüdür. Şarkılar daha düzdür. Vai’in müziğinin vazgeçilmez parçaları olan tuhaf soundlar, detaylar ve gitar deneyleri yoktur bu albümde. Daha kolay anlaşılır direkt bir albümdür. Aynı zamanda en “heavy” albümüdür. Komik çocuk vokaliyle yaptığı Ya-Yo Gakk, at kişnemeleriyle süslendirdiği Bad horsie ve Kill the Guy With the Wall/The God Eaters albümün en güzel şarkılarıdır. 

1996’da Passion and Warfare’e en çok yaklaşan albümü olan Fire Garden’ı çıkarır. Fire Garden konsept bir albümdür. Çıkış noktası ise Steve Vai’in kendi kaleme aldığı Fire Coma isimli senaryodur. Bu senaryoda hayatında sürekli riskler alan bir tipi anlatır. Tuhaf bir suikast sonucu adam komaya girer ve komada iken hayatındaki gerçekleri farklı gözlerden görür. Fire Garden’daki her şarkı, senaryosundaki sahnelerin müzikal dışavurumlarıdır. Albümün ilk yarısı tamamen enstrumantel, ikinci yarısı vokallidir. Bence vokalsiz olan bölüm süperdir. The Crying Machine, Dyin’ Day ve Fire Garden Suite gibi enstrumantal doruk noktaları vardır. Bazı yerlerde Türk ezgilerine benzer melodiler de dikkat çekmektedir. İkinci bölüm ise vokal nedeniyle biraz sıkıcıdır açıkçası ama yine de Fire Garden Vai’in diskografisinin en başarılı albümlerinden biridir. 

1997’de Joe Satriani, Eric Johnson ve Steve Vai “G3” adı altında turneye çıkarlar. Adeta Al Di Meola, Johny McLaughin ve Paco De Lucia üçlüsüne nazire yaparak gitar dünyasının daha sert takılan bu üç virtüözü dinleyicilerine unutulmaz dakikalar sunar. Sonra turnedeki kayıtları değerlendirerek her gitarist adayının arşivinde bulunması gereken “G3 Live in Concert” albümünü yayınlarlar. Bu albümü dinlerken kendi şarkılarının yanı sıra hep beraber çaldıkları Zappa ve Hendrix coverlarıyla da seyirciyi mest ettiklerini anlayabilirsiniz. 

Müziklerini heavy metal olarak nitelendirmeseler de heavy metal dinleyicisine ulaşabilmiş üç büyük gitarist vardır: Malmsteen, Satriani ve Vai. Malmsteen kontrolsüz bir çılgındır. Parmakları ışık hızına çıkıp başka bir gezegene gidene kadar hız denemeleri yapacak gibidir. Satriani cool’dur, daha bir gelenekseldir. Melodinin peşindedir. Steve Vai’i onlara göre daha az severim ama Vai’in gitar dünyasının bilimkurgusu olduğunu düşünürüm. Bunu sadece ben düşünmüyorum. 1999 tarihli son albümü The Ultra Zone’un kapak çalışması da bu fikirden yola çıkarak yapılmış. Cyborg yaratık karışımı bir canlıyı geleceğin dünyasında gitar çalarken görüyoruz. Bu albüm Vai’in bir başka doruk noktasıdır. The Blood and Tears, doğu ezgilerini kendi müziğiyle birleştirdiği muhteşem bir başlangıçtır. “Frank” ise hocası, en büyük ilhamı ve dünyanın en büyük bestecisi olarak gördüğü Frank Zappa’ya adadığı bir şarkıdır. Bir ağıt yapmaktansa Zappa’nın neşeli ruhunu yansıtan albümün en güzel parçalarından biri. The Silent Within ve I’ll Be Around bence Vai’in şu ana kadar yaptığı en güzel vokalli şarkılar. Albümdeki diğer vokalli şarkılar da Vai’in vokal/müzik kimyasını diğer albümlerine göre çok daha iyi tutturduğu şarkılar. Yine tuhaf gitar keşifleriyle doludur bu albüm. Windows to the Soul ise Vai’in terapi seanslarından biridir adeta. The Ultra Zone, Vai’in müzik dünyasına armağan ettiği son başyapıttır. Vai’in kadrosu ise başka bir hikaye! Davulcusu Mike Mangini; Extreme, Annihilator, Nuno ile çalışmış. En son ise James LaBrie’nin Mull Muzzler grubundan hatırlıyoruz. İkinci gitarist ise Mike Keneally ise daha önce Zappa ile çalışmış, kendi de albüm çıkaran ve hayranlara sahip önemli bir müzisyen. Kadronun gerisi ise tanınmamış olsa da bu adamlara yetişebildiklerine göre üstün olmalılar.(Kaynak : İnternet :D )




Steve Vai - for the love of god : http://fizy.com/#s/1dlgc7

0 yorum:

Yorum Gönder